Saturday, March 15, 2014

Günümüz konjonktüründe Kıbrıs sorununun çözüm çerçevesi hakkında

İki toplumlu, iki bölgeli federasyon (İİF), bugün, en uygun ve en gerçekleştirilebilir siyasi düzenleme durumundadır. Milliyetçi çatışma, karşılıklı nefret ve dış müdahalelerle şekillenmiş toplumlararası ilişkilerin gelişiminin en temel tarihi sonucudur. Bu hatalı bir şekilde, tüm Kıbrıslırum siyasi güçler tarafından Kıbrısrum tarafı için acı veren bir taviz olarak görülmektedir. Bu durumda taviz kavramı toplumsal hayatın etnisite temelinde algılanmasıyla dokunmuştur. Bu algı, sırasıyla, Kıbrıs’taki en büyük iki toplum arasındaki farklılıklara ve siyasi rekabete vurgu yaparken iki toplumun birarada varoluşana dair çoğunlukcu/sayısal yaklaşımdan esinlenmektedir. İİF, şu anki koşullar altında, en ideal çözüm olmaktadır çünkü iki toplumun bir devlet çatısı altında eşitçe ve güven içinde beraber yaşarken belli bir seviyede toplumsal özerkliğe sahip olacağı tek çözümdür.
Fakat İİF’nin ne elde edilmesi ne de gerçekleştirilmesi kesin değildir. Konfederasyon benzeri bir anlaşmaya sürüklenmemiz aynı derecede mümkün olmaktadır. Hatta ikili görüşmelerde bir son veya anlaşmaya varmadan de facto bir konfederasyon modeline sürüklenmemiz daha da mümkün gözükmektedir. Yani Kıbrıs sorunu dışında tüm konulara bir çözüm getiren ya da Kıbrıs sorunun sadece dış boyutunu çözen, doğal gazın çıkarılmasının önünü açacak fakat sorunun iç meselelerini çözmeyip adanın yeniden birleşmesine izin vermeyecek bir gelişme. Bugğnden, hala daha sürmekte olan ikili görüşmeler sürecinden çıkarsamalar yapmak ve sonuç değerlendirmesi yapmak için erkendir.
Bölünmeyi sağlayan koşulların zeminde sabitleşmesi yüzünden anlaşmanın gecikmesi ve çözümün gelecek bir tarihe havale edilmesi, en azından bizim gibi iki toplumun mümkün olduğunca daha az bölünmüş yaşamasını isteyenler için, işlerin daha da kötüleşmesi demek olduğu bilinmektedir. Bu bakış açısından ‘ileriye yönelik sol retçilik’ anlaşılmaz gözükmektedir. Eğer bazı solcuların da akıllarının bir köşesinde bölünmüşlüğün aşılamayacağı ve arzu edilen çözümün gelecekte toprak karşılığı tanınmayla düzenlenmesi tezi varsa veya en azından bu reddedilmiyorsa başka. Günün sonunda, belki de, sözde taviz vermez söylemin arkasında bir taviz yatmaktadır: bugün de facto ve yarın de jure bir bölünmüşlük. Bu kesinlikle Kıbrısrum siyasetinin merkezdeki retçilerinin büyük bir çoğunluğu için geçerli olmakta. Eğer İİF temelinde birleşik bir Kıbrıs’ı en iyi çözüm olarak sayarsak o zaman en kötü çözüm de mesela şu olurdu: Adayı yeniden birleştirmeyecek, Türkiye’nin Kıbrıstürk toplumunun içişlerindeki siyasi rolünü güçlendirecek fakat hem zeminde hem siyasi düzlemde hem de her iki toplumun tahayyülündeki bölünmüşlük çizgilerini ortadan kaldırmayacak Maraş ve hidrokarbonlar için özel bir anlaşma.
Yunan solcularla açıkça ve Kıbrıslırum solcular tarafından daha dolaylı bir şekilde ifade edilen ileriye yönelik retçilik, derinden sorunlu olup ileriye sürdüğü savıyla kıyasla kısırdır, bir açmazdadır. Kavramsal olarak Yunan Komünist Partisi (KKE) İİF’yi bölünmeyle karıştırmakta, Annan modelini konfederasyonla özdeşleştirmektedir. KKE genel olarak milliyetçiliğin daha da güçlenmesini engelleyecek, dış müdahalelerden kaynaklı engelleri aşacak ve şu an varolan bölünmüşlüğü altüst edecek veya en azından ayağını kaydıracak bir karşı öneri sunamayarak daha çok “Genel olarak hayır!” tezinde durmaktadır. Ayni şey diğer küçük sol örgütler için de geçerli olmaktadır. Diğer taraftan SYRIZA şüpheyle bakmakta ve kendi içinde farklı akımlar arası verilen savaşlar artık görünür olmaktadır. AKEL’in bir bölümü ise gözünü zamandan bağımsız retçi Kıbrısrum merkeziyle ileride bir işbirliğine dikmiş ve bir çeşit, KKE referanslı, retçiliğe eğilimli olmaktadır.
İnanıyoruz ki Yunan ve Kırbıslırum solunun herhangi bir parçası, prensip olarak, gerek müzakereler boyunca gerekse varılacak herhangi bir çözümün uygulanmasında, yabancı müdahaleleri istememektedir. Burada söz konusu olan stratejidir ve KKE bu konuda vizyonu ve bunu gerçekleştirecek metodu olmadığından dolayı inandırıcı olmamaktadır. Belli belirsiz bir stratejik hedefi olup olmadan konjonktür tahlili yapan anti-emperyalizm, günün sonunda daha fazla emperyalizme yol açmaktadır. Yani bir anlamda Kıbrıs, hem bölgede hem bölge dışında, güçlü aktörlerin jeo-stratejik planlarında daha da kucaklanmaktadır. Bu geçmiş yıllarda değişik olaylarla gözle görünür oldu: 2004’teki hayır aslen İsrail ile politik-askeri ittifaka yol açtı ve böylece Kıbrıs Cumhuriyeti Doğu Akdeniz’de Türkiye karşısındaki konumunu güçlendirdi. Ayrıca Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne ve Euro Bölgesi’ne tek taraflı üyeliğine ve böylece Kıbrıslırumlar’ın güçlenmesine, Kıbrıslıtürkeler’e baskı uygulamak için Kıbrıs’ın bir nebze Kuzey Avrupa sermayesine bağımlı olmasına yol açtı. Kısaca, retçi ve “saf anti-emperyalist” siyaset Kıbrıs sorununun dış ilişkiler bölümünde zıt sonuçlar doğurmuştur. İşin özünde, buna paralel olarak, iki toplum arasındaki mesafenin daha da kuvvetlenmesine katkı sağlamış ve Yeşil Hattın her iki tarafındaki ilerici akımların iletişime geçmesine engel olmuştur.
Buna ilaveten, Amerikalıların sorunun çözümündeki rolünü aşırı derecede vurgulamak ve süreci bu sebepten dolay otomatik olarak reddetmek iki toplumun bölgedeki egemen aktörlerle olan gözle görünür ilişkilerine dair çarpık bir algı üzerine kurulmuştur; bu ilişkiler şu an halihazırda var olmakta ve de jure bölünme durumunda da var olacaklardır. Unutmayalım ki Amerikan çıkarları sorunun federatif bir çözümle aşılması yerine bölünmenin normalleşmesini sağlayan başka türlü bir düzenlemeyle de tatmin edilebilir. Tam tersine, sadece Kıbrıs halkının bölünmüşlüğünün ortadan kaldırılması etnisiteye dayalı toplumculuğun aşılmasının ve hakiki bağımsızlığa kavuşmanın gerekli koşullarını sağlayacaktır. Görülüyor ki bu ileriye dönük retçiler, halkların self-determinasyonunun başarısının birçok kez taktiksel hareketler yapılan ve mevcut güçler dengesinden faydalanılan bir diyalektik süreç gerektirdiğini unutuyor. Ayrıca görülüyor ki her halükarda varolan Amerikan askeri ve ekonomik çıkarlarını ve bunun yanında federatif bir Kıbrıs’ta Kıbrısrum sağının NATO’ya girmek için kullandığı argümanların da zayıflayacağını görmezden geliyorlar. Son olarak unuttukları ise tamamiyle askersizleştirme talebi, savaş taraftarı retorik ve niyetlerden kurtulma sadece yeniden birleşmeyle kamuoyunda dinamizm kazanabilir.
Eğer ikili görüşmeler gerçekten ilerlerse ve federatif bir sona doğru yol alırlarsa o zaman çözüme destek için savaş vermek borcumuzdur. Özellikle bugün yeniden birleşme hareketinin 2004’ün tersine resesyonda olduğu bir dönemde. Müzakere sürecinde yaratılacak dinamikler sadece toplum düzeyinde, sadece halkın eylemlere katılımıyla sağlamlaştırılabilir. Bir çözüm durumunda yapılacak idari düzenlemeler sürecinde karşılıklı anlayış ve barışçıl bir birarada var olabilme ruhunun inşa edilebilmesi için zeminin hazır olması gerek. Bu ancak milliyetçilere, kiliseye ve retçi cephe entelektüellerinin hukuki analizlerine- bunlar dolaylı ve direkt olarak etnisite temelli bakış açısından gelen argümanlar öne sürerler- karşı kamusal bir savaş vererek mümkün olacaktır. Eğer ki çözümün ertesi günü her şey bize tanıdık ve yakın gelirse o zaman federasyonun kuruluş sürecinde ortaya çıkacak sorunlar yapıcı bir işbirliği ruhu içinde daha kolay bir şekilde çözülür.
Sol ne acele etmeli ne de geç kalmalıdır. Kıbrıslıtürk Sol’u ve sendikal hareketiyle işbirliği içerisinde tüm süreçte yer almalı, kararları şekillendirmek için müdahale etmelidir. Açıkca ve kararlı bir şekilde fikirlerini kamuoyuna belirtmeli ve ne hükümetin ne de kamuoyunun yönelimlerinin peşinden sürüklenmemelidir. Sol hiçbir şeyi hazır beklememelidir. Yeniden birleşmenin şeklini belirlemek için bugünden mücadele etmelidir. Mücadele etmelidir ki 65 yıl önce anti-kolonyal mücadelenin son aşamasında olduğu gibi Sağ’ın ezici bir şekilde liderliği ele alıp yeniden birleşmeye kendi istediği yönü vermesine izin vermemelidir. Bu bağlamda liberal Sağ’ın unsurlarıyla yeniden birleşme cephesinin ve anti-faşist hareketin geniş çerçeveleri içerisinde beraber yürümek kaçınılmazdır. Bu tabi ki ne sınıfsal ve siyasi farklara gölge düşürülmesini ne de ideolojik çizgilerin bulandırılmasını gerektirmektedir-özellikle bugün içinde bulunduğumuz ekonomik kriz ve tasarruf toplumu çerçevesinde. Anlaşmanın ertesi günü-bugün bölünmüşlük koşulları altında yaptığı gibi-her sınıf ve parti/siyasi oluşum kendi çıkarlarını ve kendi tezlerini öne çıkaracaktır.
İki toplumlu işbirliği ve ülkenin yeniden birleşmesi Sol’un vizyonu ve ana istikameti idi ve hala daha öyle olmaktdır. Sol diğer güçlerin çözümün içeriğine ve şekline sınırlar getirmesine izin vermemelidir. Barış davasına pahalıya mal olmuş geçmişteki bu hatalar tekrarlanmamalıdır. Ve her şeyden önce unutmamalıdır ki Kıbrıs bölünmüş kaldığı sürece-de facto veya de jure- hem Sol hem de halk tabakaları milliyetçilik ve militarizmin zehrine maruz kalmaya mahkumdur. Her iki toplum bir taraftan anavatanların peşini bırakmayacak diğer taraftan da bu iki devletimsi yapı- (sürünceme altında) tanınmış olsun veya tanınmış olmasın- destek ve koruma bulmak için çeşitli emperyalist güçlere başvurmaya devam edeceklerdir.


Yazarlar:
Grigoris Yoannu sosyolog olup iş ilişkileri ve sınıf oluşumu, kitlesel medya semyotiki ve kamusal söylem konu başlıklı araştırmalar yapmaktadır.
Yorgos Haralambus sosyal bilimci olup partiler teorisi, radikal sol paritler ve ideolojiler, Avrupa’da birleşmenin yerel boyutu ve Güney Avrupa’da siyaset konu başlıklı araştırmalar yapmaktadır.

Türkçe çeviri: Serkan Karas
Makalenin daha önce yayınlandığı kaynaklar:

 

No comments: