İki
toplumlu, iki bölgeli federasyon (İİF), bugün, en uygun ve en
gerçekleştirilebilir siyasi düzenleme durumundadır. Milliyetçi
çatışma, karşılıklı nefret ve dış müdahalelerle şekillenmiş
toplumlararası ilişkilerin gelişiminin en temel tarihi sonucudur.
Bu hatalı bir şekilde, tüm Kıbrıslırum siyasi güçler
tarafından Kıbrısrum tarafı için acı veren bir taviz olarak
görülmektedir. Bu durumda taviz kavramı toplumsal hayatın
etnisite temelinde algılanmasıyla dokunmuştur. Bu algı,
sırasıyla, Kıbrıs’taki en büyük iki toplum arasındaki
farklılıklara ve siyasi rekabete vurgu yaparken iki toplumun
birarada varoluşana dair çoğunlukcu/sayısal yaklaşımdan
esinlenmektedir. İİF, şu anki koşullar altında, en ideal çözüm
olmaktadır çünkü iki toplumun bir devlet çatısı altında
eşitçe ve güven içinde beraber yaşarken belli bir seviyede
toplumsal özerkliğe sahip olacağı tek çözümdür.
Fakat
İİF’nin ne elde edilmesi ne de gerçekleştirilmesi kesin
değildir. Konfederasyon benzeri bir anlaşmaya sürüklenmemiz aynı
derecede mümkün olmaktadır. Hatta ikili görüşmelerde bir son
veya anlaşmaya varmadan de facto bir konfederasyon modeline
sürüklenmemiz daha da mümkün gözükmektedir. Yani Kıbrıs
sorunu dışında tüm konulara bir çözüm getiren ya da Kıbrıs
sorunun sadece dış boyutunu çözen, doğal gazın çıkarılmasının
önünü açacak fakat sorunun iç meselelerini çözmeyip adanın
yeniden birleşmesine izin vermeyecek bir gelişme. Bugğnden, hala
daha sürmekte olan ikili görüşmeler sürecinden çıkarsamalar
yapmak ve sonuç değerlendirmesi yapmak için erkendir.
Bölünmeyi
sağlayan koşulların zeminde sabitleşmesi yüzünden anlaşmanın
gecikmesi ve çözümün gelecek bir tarihe havale edilmesi, en
azından bizim gibi iki toplumun mümkün olduğunca daha az bölünmüş
yaşamasını isteyenler için, işlerin daha da kötüleşmesi demek
olduğu bilinmektedir. Bu bakış açısından ‘ileriye yönelik
sol retçilik’ anlaşılmaz gözükmektedir. Eğer bazı solcuların
da akıllarının bir köşesinde bölünmüşlüğün aşılamayacağı
ve arzu edilen çözümün gelecekte toprak karşılığı tanınmayla
düzenlenmesi tezi varsa veya en azından bu reddedilmiyorsa başka.
Günün sonunda, belki de, sözde taviz vermez söylemin arkasında
bir taviz yatmaktadır: bugün de facto ve yarın de jure bir
bölünmüşlük. Bu kesinlikle Kıbrısrum siyasetinin merkezdeki
retçilerinin büyük bir çoğunluğu için geçerli olmakta. Eğer
İİF temelinde birleşik bir Kıbrıs’ı en iyi çözüm olarak
sayarsak o zaman en kötü çözüm de mesela şu olurdu: Adayı
yeniden birleştirmeyecek, Türkiye’nin Kıbrıstürk toplumunun
içişlerindeki siyasi rolünü güçlendirecek fakat hem zeminde hem
siyasi düzlemde hem de her iki toplumun tahayyülündeki bölünmüşlük
çizgilerini ortadan kaldırmayacak Maraş ve hidrokarbonlar için
özel bir anlaşma.
Yunan
solcularla açıkça ve Kıbrıslırum solcular tarafından daha
dolaylı bir şekilde ifade edilen ileriye yönelik retçilik,
derinden sorunlu olup ileriye sürdüğü savıyla kıyasla kısırdır,
bir açmazdadır. Kavramsal olarak Yunan Komünist Partisi (KKE)
İİF’yi bölünmeyle karıştırmakta, Annan modelini
konfederasyonla özdeşleştirmektedir. KKE genel olarak
milliyetçiliğin daha da güçlenmesini engelleyecek, dış
müdahalelerden kaynaklı engelleri aşacak ve şu an varolan
bölünmüşlüğü altüst edecek veya en azından ayağını
kaydıracak bir karşı öneri sunamayarak daha çok “Genel olarak
hayır!” tezinde durmaktadır. Ayni şey diğer küçük sol
örgütler için de geçerli olmaktadır. Diğer taraftan SYRIZA
şüpheyle bakmakta ve kendi içinde farklı akımlar arası verilen
savaşlar artık görünür olmaktadır. AKEL’in bir bölümü ise
gözünü zamandan bağımsız retçi Kıbrısrum merkeziyle ileride
bir işbirliğine dikmiş ve bir çeşit, KKE referanslı, retçiliğe
eğilimli olmaktadır.
İnanıyoruz
ki Yunan ve Kırbıslırum solunun herhangi bir parçası, prensip
olarak, gerek müzakereler boyunca gerekse varılacak herhangi bir
çözümün uygulanmasında, yabancı müdahaleleri istememektedir.
Burada söz konusu olan stratejidir ve KKE bu konuda vizyonu ve bunu
gerçekleştirecek metodu olmadığından dolayı inandırıcı
olmamaktadır. Belli belirsiz bir stratejik hedefi olup olmadan
konjonktür tahlili yapan anti-emperyalizm, günün sonunda daha
fazla emperyalizme yol açmaktadır. Yani bir anlamda Kıbrıs, hem
bölgede hem bölge dışında, güçlü aktörlerin jeo-stratejik
planlarında daha da kucaklanmaktadır. Bu geçmiş yıllarda değişik
olaylarla gözle görünür oldu: 2004’teki hayır aslen İsrail
ile politik-askeri ittifaka yol açtı ve böylece Kıbrıs
Cumhuriyeti Doğu Akdeniz’de Türkiye karşısındaki konumunu
güçlendirdi. Ayrıca Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne
ve Euro Bölgesi’ne tek taraflı üyeliğine ve böylece
Kıbrıslırumlar’ın güçlenmesine, Kıbrıslıtürkeler’e
baskı uygulamak için Kıbrıs’ın bir nebze Kuzey Avrupa
sermayesine bağımlı olmasına yol açtı. Kısaca, retçi ve “saf
anti-emperyalist” siyaset Kıbrıs sorununun dış ilişkiler
bölümünde zıt sonuçlar doğurmuştur. İşin özünde, buna
paralel olarak, iki toplum arasındaki mesafenin daha da
kuvvetlenmesine katkı sağlamış ve Yeşil Hattın her iki
tarafındaki ilerici akımların iletişime geçmesine engel
olmuştur.
Buna
ilaveten, Amerikalıların sorunun çözümündeki rolünü aşırı
derecede vurgulamak ve süreci bu sebepten dolay otomatik olarak
reddetmek iki toplumun bölgedeki egemen aktörlerle olan gözle
görünür ilişkilerine dair çarpık bir algı üzerine
kurulmuştur; bu ilişkiler şu an halihazırda var olmakta ve de
jure bölünme durumunda da var olacaklardır. Unutmayalım ki
Amerikan çıkarları sorunun federatif bir çözümle aşılması
yerine bölünmenin normalleşmesini sağlayan başka türlü bir
düzenlemeyle de tatmin edilebilir. Tam tersine, sadece Kıbrıs
halkının bölünmüşlüğünün ortadan kaldırılması etnisiteye
dayalı toplumculuğun aşılmasının ve hakiki bağımsızlığa
kavuşmanın gerekli koşullarını sağlayacaktır. Görülüyor ki
bu ileriye dönük retçiler, halkların self-determinasyonunun
başarısının birçok kez taktiksel hareketler yapılan ve mevcut
güçler dengesinden faydalanılan bir diyalektik süreç
gerektirdiğini unutuyor. Ayrıca görülüyor ki her halükarda
varolan Amerikan askeri ve ekonomik çıkarlarını ve bunun yanında
federatif bir Kıbrıs’ta Kıbrısrum sağının NATO’ya girmek
için kullandığı argümanların da zayıflayacağını görmezden
geliyorlar. Son olarak unuttukları ise tamamiyle askersizleştirme
talebi, savaş taraftarı retorik ve niyetlerden kurtulma sadece
yeniden birleşmeyle kamuoyunda dinamizm kazanabilir.
Eğer
ikili görüşmeler gerçekten ilerlerse ve federatif bir sona doğru
yol alırlarsa o zaman çözüme destek için savaş vermek
borcumuzdur. Özellikle bugün yeniden birleşme hareketinin 2004’ün
tersine resesyonda olduğu bir dönemde. Müzakere sürecinde
yaratılacak dinamikler sadece toplum düzeyinde, sadece halkın
eylemlere katılımıyla sağlamlaştırılabilir. Bir çözüm
durumunda yapılacak idari düzenlemeler sürecinde karşılıklı
anlayış ve barışçıl bir birarada var olabilme ruhunun inşa
edilebilmesi için zeminin hazır olması gerek. Bu ancak
milliyetçilere, kiliseye ve retçi cephe entelektüellerinin hukuki
analizlerine- bunlar dolaylı ve direkt olarak etnisite temelli bakış
açısından gelen argümanlar öne sürerler- karşı kamusal bir
savaş vererek mümkün olacaktır. Eğer ki çözümün ertesi günü
her şey bize tanıdık ve yakın gelirse o zaman federasyonun
kuruluş sürecinde ortaya çıkacak sorunlar yapıcı bir işbirliği
ruhu içinde daha kolay bir şekilde çözülür.
Sol
ne acele etmeli ne de geç kalmalıdır. Kıbrıslıtürk Sol’u ve
sendikal hareketiyle işbirliği içerisinde tüm süreçte yer
almalı, kararları şekillendirmek için müdahale etmelidir. Açıkca
ve kararlı bir şekilde fikirlerini kamuoyuna belirtmeli ve ne
hükümetin ne de kamuoyunun yönelimlerinin peşinden
sürüklenmemelidir. Sol hiçbir şeyi hazır beklememelidir. Yeniden
birleşmenin şeklini belirlemek için bugünden mücadele etmelidir.
Mücadele etmelidir ki 65 yıl önce anti-kolonyal mücadelenin son
aşamasında olduğu gibi Sağ’ın ezici bir şekilde liderliği
ele alıp yeniden birleşmeye kendi istediği yönü vermesine izin
vermemelidir. Bu bağlamda liberal Sağ’ın unsurlarıyla yeniden
birleşme cephesinin ve anti-faşist hareketin geniş çerçeveleri
içerisinde beraber yürümek kaçınılmazdır. Bu tabi ki ne
sınıfsal ve siyasi farklara gölge düşürülmesini ne de
ideolojik çizgilerin bulandırılmasını gerektirmektedir-özellikle
bugün içinde bulunduğumuz ekonomik kriz ve tasarruf toplumu
çerçevesinde. Anlaşmanın ertesi günü-bugün bölünmüşlük
koşulları altında yaptığı gibi-her sınıf ve parti/siyasi
oluşum kendi çıkarlarını ve kendi tezlerini öne çıkaracaktır.
İki
toplumlu işbirliği ve ülkenin yeniden birleşmesi Sol’un vizyonu
ve ana istikameti idi ve hala daha öyle olmaktdır. Sol diğer
güçlerin çözümün içeriğine ve şekline sınırlar getirmesine
izin vermemelidir. Barış davasına pahalıya mal olmuş geçmişteki
bu hatalar tekrarlanmamalıdır. Ve her şeyden önce unutmamalıdır
ki Kıbrıs bölünmüş kaldığı sürece-de facto veya de jure-
hem Sol hem de halk tabakaları milliyetçilik ve militarizmin
zehrine maruz kalmaya mahkumdur. Her iki toplum bir taraftan
anavatanların peşini bırakmayacak diğer taraftan da bu iki
devletimsi yapı- (sürünceme altında) tanınmış olsun veya
tanınmış olmasın- destek ve koruma bulmak için çeşitli
emperyalist güçlere başvurmaya devam edeceklerdir.
Yazarlar:
Grigoris
Yoannu sosyolog olup iş ilişkileri ve sınıf oluşumu, kitlesel
medya semyotiki ve kamusal söylem konu başlıklı araştırmalar
yapmaktadır.
Yorgos
Haralambus sosyal bilimci olup partiler teorisi, radikal sol paritler
ve ideolojiler, Avrupa’da birleşmenin yerel boyutu ve Güney
Avrupa’da siyaset konu başlıklı araştırmalar yapmaktadır.
Türkçe
çeviri: Serkan Karas
Makalenin
daha önce yayınlandığı kaynaklar:
No comments:
Post a Comment